Kara Para Aklamanın Ekonomi Üzerindeki Olumsuz Etkileri Nelerdir? Kara para aklama, ekonomik büyüme için kritik olan finans sektörü kurumlarına zarar verir, ekonomik büyümeyi yavaşlatan suç ve yolsuzluğu teşvik eder, ekonominin reel sektöründeki verimliliği düşürür. Küresel araştırmaların çoğu, iki büyük kara para Peki, bu sosyal medya mecraları hayatımız ne şekilde etkiliyor, olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir? İnternet, web siteleri ve tüm sosyal medya sistemlerinin insan üzerindeki olumlu etkileri yadsınamaz bir gerçek. Her şeyden önce birbirlerinden bihaber olan insanlar bu sistemler sayesinde etkileşimde bulunabiliyor, ortamlara Yer. Izmir. 26 Şubat 2022. #2. mystery_1414 dedi: Merhaba, sizce internetin insanlar üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir? Olumlu: Iletisim, bilgiye ulasma kolayligi, haberlesme. Olumsuz: Anonim kalamamak ve sonucu olarak zorbalik, bilgi kirliligi, yasadisi isler. muzur06. 2021-02-19 15:43:29. Cevap : Isınma amaçlı kullanılan yakıtların insan ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir sorusunun cevabı. Atmosferde oluşan toz, duman, gaz ve su buharı şeklindeki kirleticiler, insan sağlığını olumsuz yönde etkiliyor. Hava kirliliği; solunum yolu, kalp, cilt, göz ve sinir sistemi Tütünün Sporcular Üzerindeki olumsuz Etkileri. Onlarca yıldır insanlar tütün bağımlılığının olumsuz etkilerini tartıştılar. “Tartışıyoruz” diyoruz, çünkü tütünün ve bunun temel bileşeni nikotinin sözde faydalarından bahseden şüpheli çalışmalar da vardır. Ayrıca bakınız: Egzersiz Yapmanın Psikolojik YyDYhjS. Medyanın Topluma Etkisi Nedir, Medyanın Topluma Etkileri Nelerdir Toplum ve bireyler arasındaki en önemli iletişim aracı olan medya nın gücü ve etkisi tartışılmaz bir gerçektir. Görsel sanatları, müziği, tiyatroyu, baleyi, tüm insan davranışlarını kapsayan medya, Ulusal kültürü ve birliği var edip sürdürtebileceği gibi, tehdit oluşturabilecek boyutlarada ulaştırabilir. Oysa medya mevcut durumu nesnel ve tarafsız bir şekilde ortaya koymalı, hedef kitlenin bilgi ve eğitim düzeylerinin yükseltilmesi doğrultusunda olumlu olarak kullanılmalıdır. Özellikle kitle iletişim aracı olan, hayatımıza girmesiyle toplumsal değişimleri de beraberinde getiren televizyon yazılı araçlardan daha etkilidir. Gelecek nesilleride etkilenebileceği düşünülürse, çok önemli bilgi ve haber kaynağı olma konumunda ki medyanın doğru kullanılmasının kaçınılmaz bir gerçek olduğu aşikardır. Başa dön tuşu Büyük bir sosyal medya kullanıcısıysanız, sosyal medyanın sizin ve insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini sizler için araştırmak istedim. Peki sosyal medyanın insanlar üzerindeki olumsuz etkileri nelerdir? Sosyal medya olmadan hayatınızı hayal edemiyorsanız, muhtemelen sosyal ağ sitelerinin halk üzerindeki güçlü gücünün kurbanı oldunuz. Muhtemelen sosyal medyanın insanlar üzerindeki bazı olumsuz etkilerini de yaşamışsınızdır. Ne yazık ki, sosyal medyanın kötü etkileri birçoğumuz için fazlasıyla gerçek. Sosyal medyanın insanlar üzerindeki olumsuz etkilerine bir göz atalım. Sosyal medyanın olumsuz etkilerinin hem fiziksel hem de zihinsel olduğunu öğrenmek sizi şaşırtabilir. Dünyaya ve kendinize dair algınızı değiştirebilirler. Sosyal medyanın bazı olumlu etkileri olsa da olumusuz etkileride bir okadar fazladır. Sosyal medyanın olumsuz etkilerinin neler olduğunu öğrnemek için makelemin devamını okuyunuz. Bunlardan herhangi birini kendi hayatınızdaki sorunlar olarak görüyorsanız, kullanımınızı azaltmanın, hatta sosyal medyayı kullanmayı tamamen bırakmanın zamanı gelmiş olabilir. İçindekiler1 1. Depresyon2 2. Siber Zorbalık3 3. FOMO Kaybetme Korkusu4 4. Gerçekçi Olmayan Beklentiler5 5. Olumsuz Beden İmajı6 6. Sağlık ve Uyku Düzenleri7 7. Genel Bağımlılık8 Sosyal Medyanın Olumsuz Etkileriyle Nasıl Başa Çıkılır? 1. Depresyon Günde birkaç saatinizi sosyal medyada gezinerek mi harcıyorsunuz? Sosyal ağ sitelerinde çok uzun zaman harcamak ruh halinizi olumsuz etkileyebilir. Aslında, kronik sosyal kullanıcıların, anksiyete ve depresyon belirtileri de dahil olmak üzere, ruh sağlığınız ile ilgili problemler yaşayabilirsiniz. Nedenini anlamak için fazla düşünmeye gerek yok. Sosyal medya, başkalarının hayatlarının özenle seçilmiş en iyi kısımlarını görmenizi sağlar ve bunları kendi hayatınızdaki olumsuzluklarla karşılaştırırsınız. Kendinizi diğer insanlarla karşılaştırmak, endişe ve mutsuzluğa giden bir yoldur. Peki kendinize psikolojik bir sıkıntı yaşatmadan sosyal medyayı nasıl kullanıyorsunuz? Aynı araştırmaya ve sağduyuya yönelirseniz, sosyal ağlarda geçirmeniz gereken önerilen süre günde yaklaşık yarım saattir. Hayattaki diğer birçok olası hastalıkta olduğu gibi, tamamen ılımlılık ile ilgilidir. Bir sosyal medya oturumundan sonra kendinizi üzgün hissediyorsanız, kullandığınız ağları ve takip ettiğiniz kişileri de göz önünde bulundurun. En sevdiğiniz müzisyenlerden gelen güncellemeleri gördükten sonra, siyasi tartışmaları ve kıyamet haberlerini okuduktan sonra endişe duymanız çok daha olasıdır. 2. Siber Zorbalık Sosyal medyadan önce zorbalık sadece yüz yüze yapılabilen bir şeydi. Ancak, artık insanlar anonim olarak ya da değil, çevrimiçi ortamda başkalarına zorbalık yapabilir. Bugün herkes siber zorbalığın ne olduğunu biliyor ve çoğumuz bunun bir insana neler yapabileceğini gördük. Sosyal medya, yeni insanlarla tanışmayı ve arkadaş edinmeyi kolaylaştırırken, aynı zamanda zalim insanların çok az çabayla başkalarını da parçalamasına olanak tanır. Zorbalık failleri, sosyal ağların sağladığı anonimliği insanların güvenini kazanmak için kullanabilir ve ardından onları akranlarının önünde terörize edebilir. Örneğin, sahte bir profil oluşturup bir sınıf arkadaşına arkadaşça davranabilir, ardından çevrimiçi ortamda onlara ihanet edip utandırabilirler. Bu çevrimiçi saldırılar genellikle derin zihinsel yaralar bırakır ve hatta bazı durumlarda insanları kendilerine zarar vermeye veya kendi hayatlarını almaya yönlendirir. Ve ortaya çıktığı gibi, siber zorbalık sadece çocukları etkilemiyor. Yetişkinler de çevrimiçi istismarın kurbanı olabilir. Ekranlar yüzlerimizi gizlediğinden, sosyal medyada ve diğer web sitelerinde farkında bile olmadan bir pislik haline gelebilirsiniz. 3. FOMO Kaybetme Korkusu Kaçırma Korkusu FOMO, sosyal medyanın yükselişiyle aynı dönemde öne çıkan bir olgudur. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, sosyal medyanın toplum üzerindeki en yaygın olumsuz etkilerinden biridir. FOMO kulağa nasıl geliyorsa öyledir Başka birinin yaşadığı olumlu bir deneyimi kaçırmaktan korktuğunuzda hissettiğiniz bir tür endişe. Örneğin, birinin sizi dışarı davet edip etmediğini görmek için mesajlarınızı sürekli kontrol edebilir veya kimsenin siz olmadan havalı bir şey yapmadığından emin olmak için tüm gün Instagram beslemenize odaklanabilirsiniz. Başka bir sorumluluğunuz olduğu için gidemeyeceğinizi dışlanmış hissederek arkadaşlarınızın yapabileceği eğlenceli bir şeyin resimlerini de görebilirsiniz. Bu korku, sosyal medyada gördüklerinizden sürekli yakıt alır. Artan sosyal ağ kullanımıyla, birinin şu anda olduğundan daha fazla eğlendiğini görme şansınız daha yüksek. Ve FOMO’ya tam olarak neden olan şey budur. 4. Gerçekçi Olmayan Beklentiler Çoğu kişinin muhtemelen farkında olduğu gibi, sosyal medya zihnimizde hayata ve arkadaşlıklara dair gerçekçi olmayan beklentiler oluşturuyor. Çoğu sosyal medya sitesinde ciddi bir çevrimiçi özgünlük eksikliği vardır. İnsanlar, heyecan verici maceralarını paylaşmak, Facebook’ta sevdiklerini ne kadar sevdiklerini paylaşmak ve Instagram sayfalarını yoğun şekilde sahnelenmiş fotoğraflarla doldurmak için Snapchat’i kullanıyor. Ama gerçekte, bunların hepsinin bir saçmalık olup olmadığını bilmenin hiçbir yolu yok. Görünüşte harika görünse de, bu kişi büyük bir borç içinde olabilir, diğer önemli kişilerle kötü şartlarda olabilir ve bir doğrulama biçimi olarak Instagram beğenileri için umutsuz olabilir. Bu karışıklıktan kurtulmanın basit bir yolu, herkesin sosyal medyada yalan söylemeyi bırakmasıdır. Ancak, asılsız olmaktan milyonlar kazanan Instagram etkileyicileri ve YouTuber’lar çağında, bu yakın zamanda olmayacak. Önemli bir özdeyişi hatırlayın Günlük yaşamınızı başka birinin öne çıkan olaylarına göre yargılamamalısınız. 5. Olumsuz Beden İmajı nstagram ünlülerinden bahsetmişken, popüler Instagram hesaplarına bakarsanız, mükemmel şekilli vücutlarına pahalı kıyafetler giyen inanılmaz derecede güzel insanlar bulacaksınız. Ve kimsenin şaşırmadığı bir şekilde, beden imajı artık neredeyse herkes için bir sorun. Elbette her gün toplumun standartlarına göre kusursuz olduğu söylenen bu kadar çok insanı görmek, o resimlerden ne kadar farklı göründüğünüzün bilincine varmanızı sağlıyor. Ve bu durumda herkes sağlıklı sonuçlara varmaz. Herkesin insan olduğunu hatırlamak gerçekten önemlidir. Hiç kimse her gün bir süper model gibi uyanmaz ve birçok insan vücutlarını geliştirmek için büyük çaba sarf etse de, fit görünen herkes için durum böyle değildir. Sosyal medyada şöhret arayışında olan birçok insan, daha çekici görünmek için kesinlikle sağlıksız yollar seçmiştir. Sizi siz olduğunuz için seven insanlarla kendinizi kuşatın ve sahte Instagram güzelliği hakkında strese girmenize gerek kalmayacak. 6. Sağlık ve Uyku Düzenleri Anksiyete ve depresyon olaylarını artırmanın yanı sıra, sosyal medya hakkında bir başka kötü şey de, üzerinde çok fazla zaman harcamanın kötü uykuya yol açabilmesidir. Çok sayıda araştırma, artan sosyal medya kullanımının uyku kalitenizi olumsuz etkilediğini göstermiştir. Uyku düzeninizin düzensizleştiğini ve üretkenliğinizde düşüşe neden olduğunu düşünüyorsanız, sosyal medyada gezinme sürenizi kısaltmaya çalışın. Bu, özellikle telefonunuzu geceleri yatakta kullanırken geçerlidir. Kendinize Facebook bildirimlerinizi kontrol etmek için beş dakika harcayacağınızı söylemek çok kolay, ancak bir saat sonra dikkatsizce Twitter’da umurunuzda bile olmayan bazı saçmalıklar arasında gezindiğinizi fark edeceksiniz. Dikkatinizi olabildiğince uzun süre tutmak için tasarlanmış sosyal medya algoritmalarının değerli uykunuzu da çalmasına izin vermeyin. Daha az uyku, daha düşük kaliteli uykuyla birleştiğinde tehlikeli bir kombinasyondur. 7. Genel Bağımlılık Sosyal medya, sigara ve alkolden daha fazla bağımlılık yapabilir. Birçok insan için güçlü bir çekiciliği var ve bu da onları hiç düşünmeden her zaman kontrol etmelerine yol açıyor. Sosyal ağlara bağımlı olup olmadığınızdan emin değilseniz, herhangi bir sosyal medya hesabını kontrol etmeden en son ne zaman tam bir gün geçirdiğinizi hatırlamaya çalışın. Biri sizi takip etmeyi bıraktığında reddedilmiş hissediyor musunuz? Ve en sevdiğiniz sosyal ağlar yarın tamamen ortadan kaybolursa, yokluk sizi boş ve depresif hissettirir mi? Günün sonunda, sosyal medya siteleri, size çok sayıda reklam gösterebilmeleri ve daha fazla para kazanabilmeleri için sizi mümkün olduğunca uzun süre kaydırmaya devam etmek isterler. Dikkat ekonomisi nedeniyle , bu sitelerin mümkün olduğunca uzun süre gözlerinizin üzerinde olması gerekir. Sosyal medya kullanımında aşırıya kaçıyor olmanız, tüm sosyal ağ hesaplarınızı silmeniz gerektiği anlamına gelmez. Ancak, bırakmanın sizin için en iyi çözüm olduğunu düşünüyorsanız, bu kötü bir fikir değil. Her şeyde olduğu gibi sosyal medyanın da iyi ve kötü yönleri var. Sosyal medyanın birçokları için olumsuz etkilerinden bazılarını tartıştık, ancak kişisel olarak sizin için daha fazla yardım mı yoksa zarar mı olduğuna karar vermesi gereken kişi sizsiniz. Sosyal medyanın hayatınızı olumsuz etkilediğini düşünüyorsanız, kullanmayı bırakın. Ancak kullanmaya devam edecekseniz, sosyal medyada daha az zaman harcamanın ve böylece daha sağlıklı bir ilişki sürdürmenin yolları var. Yapılan bazı araştırmalara göre sosyal medyada günde iki saatten fazla zaman harcamak bireyin ruh sağlını olumsuz etkileyebiliyor ve anksiyete ve depresyona neden olabiliyor. İnterneti özellikle Facebook’u gözlemlediğimde vardığım sonuç şu, özellikle de Türkiye için İnternette hep aynı siteleri ziyaret ediyoruz. Aynen aynı dükkânlardan alışveriş yapan insanlar gibi. En son ne zaman yeni bir websiteyi ziyaret ettik örneğin? Oysa internette ziyaret edebileceğimiz milyonlarca website var. Biz ise kendimizi en fazla 100 website içine belki de 50 sıkıştırıyoruz. Her gün yeni websiteyi ziyaret edebilirsek en azından hayatımızın daha da renkli olacağına inanıyorum. Tabi ki ziyaret ettiğimiz sitenin içeriği de önemli. İkincisi, Türkiye’de en çok ziyaret edilen websiteler sıralamasına bakıldığında günlük gazete ve haber sitelerinin ilk 100’de yer aldığını görebiliriz. Eskiden bir veya en fazla birkaç gazete okurduk. Şimdi aynı haberleri farklı gazetelerden, haber sitelerinden okumaya doyamıyoruz. Yaptığımız tek şey belki de internette gazete okumak ve haber paylaşımı yapmak. Bunu da özellikle Facebook başat duruma gelmiş durumda. Türkiye’nin en çok tıklanan, en popüler 100 websitesi arasında 28 tanesi güncel haber sitesi. [1] Yine aynı sıralamada dizi film siteleri 10 adet. Ve yine oyun, spor ve bahis siteleri de ağırlıklı olarak yer alıyor. Sanat, bilim, edebiyat sitelerine ilk 100’de yer yok. En az talep gören siteler bunlar. Sosyal medya büyük oranda eğlenceye hizmet eden bir sektör durumuna dönüştü. Ve eğlence ile güncel haberlere kapılan birey, gerçek dünyadan neredeyse kopuyor ve sanal bir dünyada yaşamaya başlıyor tamamen. Hatta aynı evde herkesin elinden bir akıllı telefon ile insanlar kendi dünyalarına gömülüyorlar. Gerçek hayatta, birlikte yaşayan kişilerin arasında da iletişim ve diyalog azalmış durumda. Çocuklar ise ellerindeki tabletle oyun oynayarak kendi dünyalarına dalmış durumdalar. Büyükler sosyal medyada, çocuklar ise oyun dünyasında yaşıyorlar. Yaşamlarımız sanala dönüşmüş durumda büyük oranda. Hatta gerçek dünyadaki demokratik hak ve özgürlüklerle ilgili gösterilere, basın açıklamalarına katılanların sayısı bile azaldı. İnsanlar sosyal medyada tepkilerini ortaya koyuyorlar bu da bir oranda vicdanı olarak bireyde bir rahatlamaya, görevini yaptığı duygusuna neden oluyor. Sosyal medyanın olumlu işlevi de şu bu konuda Gerçek hayattaki gösterilerin duyurulması ve iletişim sağlanması anlamında. Ama yine de demokratik gösterilere çok sayıda insan katılmıyor. Çoğu insan sokak gösterisine katılmıyor artık. Sosyal medyanın olumsuz yanları kadar ölçümlü yanları da var elbette. Uzaklardaki insanları birbirine yaklaştırması, iletişim olanağını ücretsiz ve sınırsız biçime dönüştürmesi vb. gibi. Gerçek hayattaki gösterilerin, etkinliklerin duyurulması ve iletişim sağlanması anlamında. Örneğin bir yazar olarak yazımı, sosyal medya aracılığıyla okurlara iletiyorum. Bunlar sosyal medyanın olumlu özellikleri. Ama burada olmamız, sosyal medyayı eleştirmemize engel olumsuz yanları bence daha çok diye düşünüyorum şöyle bir düşündüğümde. Sanki şöyle bir durum var iki evimiz var, birisi gerçek dünyada, diğeri ise sosyal medya dünyasındaki sanal evimiz. Ve biz gerçek dünyadaki evimizde zorunluluklar dışındaki tüm zamanımızı sanal evde harcamayı tercih ediyoruz. Sosyal medyanın olumsuz yönü bizim gerçek dünyadaki insanlarla olan ilişki ve iletişimimize olumsuz yansıyor diye düşünüyorum. Araştırmalar da bu gerçeği ortaya koyuyor. Yapılan bazı araştırmalara göre sosyal medyada günde iki saatten fazla zaman harcamak bireyin ruh sağlını olumsuz etkileyebiliyor ve anksiyete ve depresyona neden olabiliyor. Yine özellikle bunu gazetelerin, haber sitelerinin internet sitelerinde görebiliyoruz Sosyal medyadaki cyberbullying siber zorbalık örneklerine. Herhangi birisiyle yaptığı küfür ve hakaret içerikli, cinsiyetçi, ırkçı… bir tartışma bireyin moralini olumsuz etkileyebilir. Yine sahte haberler fake news sosyal medyada hızla yayılıyor, ve gözlemim insanların çoğunluğu sorgulamadan inanıyor bunlara. Bir bilgi kirliliğine yol açıyor bu durum. Yine sosyal medyanın olumsuz etkileri arasında, bir tür kaçırma korkusu olan FOMO Fear of Missing Out, gerçekçi olmayan beklentiler, olumsuz vücut görüntüsü, sağlıksız uyku ve genel bağımlılık yarattığını çeşitli araştırmalar ortaya koymuştur.[2] Özellikle instagram gibi sosyal medya alanlarına bakarsak buralarda bireylerin güzel görünme, güzel giyinme, seçkin zevklere sahip olduğunu gösterme, gittiği restoranlardan, yerlerden güzel fotoğraflar yayınlama şeklinde bir alışkanlıkları olduğunu görebiliriz. Herkes elbette en güzel fotoğraflarını yayınlıyor. Bu da kişilerde beğenilme beklentisine yol açıyor bence. Ne kadar fazla beğen alırsa, kişi kendisini o kadar başarılı ve mutlu hissediyor. Tabi bu sanal bir mutluluk. Her şey imaj verme üzerine kurulu sosyal medyada. Yine eşler arasındaki cinselliği bile olumsuz etkileyebiliyor sosyal medya. Bağımlılığa gelince; her beş dakikada bir akıllı telefonunu açıp sosyal medyaya bakmayan kaç kişi var? Örneğin bu yüzden birçok trafik kazası da meydana geliyor. Araç sürücülerinin çoğu her durdukları trafik lambasında hemen telefonlarını ellerine alıp sosyal medyaya bakıyorlar. Sanki dünyanın en önemli haberini kaçırmış gibi hissediyorlar kendilerini. Yine gazetelerin köşe yazarlarını okuyoruz bir bir. Hiçbir entelektüel derinliği olmayan, kişilere ve olaylara ilişkin boş yorumlar yapan köşe yazılarına saatler harcıyoruz. Yani kitap okuma alışkanlığı olan insanlar bile internette güncel gelişmelerin esiri olmuş durumda ve okuma alışkanlıkları törpüleniyor. Sonuç da şu oluyor Kitap veya güncel olmayan makale okumaya vaktimiz kalmıyor, çünkü vaktimizi başka işlere bol keseden harcıyoruz. Ben ise zamanımı şöyle planlıyorum. Günlük gazetelere yabancı basın dahil günde 1 saatten fazla zaman ayırmıyorum. Köşe yazısı okumuyorum. Bunun yerine kitap okuyorum ve güncel olmayan makale. Bunun dışındaki zamanımı ise yazmaya ve yazacağım makaleler ile ilgili araştırmaya ayırıyorum. Güncelden yakamızı kurtarabilirsek, sosyal medyayı kısıtlayabilirsek yapabildiğimiz ölçüde, okumaya da ne kadar fazla zamanımız olduğunu görebileceğiz. Erol Anar [1] Türkiye’de En Çok Ziyaret Edilen Siteler TOP 100 En Çok Tıklanan Siteler, [2] Anya Zhukova 7 Negative Effects of Social Media on People and Users, medyanın toplum üzerindeki etkisi, medyanın toplum üzerindeki olumlu etkisi, medyanın toplum üzerindeki olumsuz etkisi Medyanın Topluma ve Kültüre Etkileri Son yarım asırda gerçekleşen teknolojik gelişmeler, insanların kullanımına açık olan iletişim araçlarının neredeyse tümünü etkilemiştir. Evrim geçirerek gelişen iletişim araçlarının yanına yenileri de eklenmiş ve bunlar “yaşamımızı kolaylaştırmaları” adına iyiden iyiye hayatımıza yerleşmişlerdir. Şu sıralar sıkça duyduğumuz bir kelimedir Medya. Peki bu medya nedir ? Medya denildiğinde aklımıza neler gelir? Televizyon, radyo, gazete, dergi, internet ve türevleri. Özetle birebir iletişim içine girilen araçlardır bunlar ve Kitlesel İletişim Araçları diye adlandırılırlar. Biz de bu yazı boyunca Medya kavramı yerine Kitlesel İletişim Araçları kavramını kullanacağız. Kitlesel iletişim araçlarının en etkini ve en yaygını tartışmasız televizyondur. Neden radyo, gazete veya internet değil de televizyon? Birincisi; düşük-orta-yüksek gelire sahip her ailenin evinde neredeyse bir televizyon bulunmaktadır ve elde edilmesi çok kolay hale gelmiştir. İkincisi; radyo gibi sadece işitsel veya gazete gibi sadece çizgisel-görsel bir iletişim aracı değildir. Televizyon, mesajını verirken hem sesin hem de hareketli görüntünün gücünden yararlanır ve etkileyiciliği çok yüksektir. İnternet için belki ileride çok daha fazla söz söylemek mümkün olacaktır ama şu an için, kısıtlı bir kitlenin ulaşabildiği ve azda olsa uzmanlık isteyen bir araç olduğu için, televizyon kadar yaygın ve kullanılır durumda değildir. Fakat bir süre sonra televizyona alternatif olacağı göz ardı edilemez bir gerçektir. Düşüncemizi her ne kadar televizyon üzerine kursak bile kitlesel iletişim araçların hepsi özünde ortak bir amaç gütmektedir. Dolayısıyla hem burada yazılanlar değerinden bir şey kaybetmeyecektir hem de ,konuyu kısıtlamak, ayrıntılı bir inceleme ve eleştiri yapabilmek adına yararlı olacaktır kanaatindeyim. Bunlardan habercilik işlevi, kitle iletişim araçlarının temel ve en bilinen işlevidir. Bu işlev bilgi aktarma işlevi olarak da değerlendirilebilir. Gazetelerin sayfalarında, radyoların ve televizyonların haber saatlerinde verdikleri bilgiler bu işlevin bir göstergesidir. Toplumsallaştırma işlevi ise, günümüzün heterojen yapılı toplumlarında bireylerin bir arada yaşamalarının sağlanabilmesi için toplumsal değerlerin yani kültürün, yayınlar aracılığı ile alıcılara iletilmesidir. Toplumsallaştırma işlevine bağlı olarak kitle iletişim araçları toplumun amaçlarını belirterek çeşitli değerleri canlı tutar, yüceltir ve motivasyon işlevini gerçekleştirir. Bağımsızlık, özgürlük, insan hakları gibi değerler buna örnek verilebilir. Tartışma-diyalog işlevi, kitle iletişim araçlarının gerek ulusal gerekse uluslar arası düzeyde toplumun çıkarlarını, bu çıkarlar doğrultusunda hareket edilip edilmediğini gösterir. Diğer bir deyişle, kamu oyu oluşturma işlevi görür. Bu işlevi ile toplumda güçlü kişilere karşı eleştiri rolünü oynar. Eğitim işlevi, toplumsallaştırma işlevi ile bağlantılıdır. Topluma yeni üyeler kazandırma, bunları toplumun kültürel değerleri ile eğitme bu işlev içerisindedir. Böylelikle okulların tek bilgi kaynağı olma özelliği de azalır. Bir toplum sanatsal ve kültürel yapıtlarını kitle iletişim araçları ile yaymak suretiyle bunları korur. Böylelikle de kültürel geliştirme işlevi yerine getirilir. Kitle iletişim araçlarının bir diğer işlevi ise eğlendirmedir. İnsanları, evlerine yorgun geldiklerinde rahatlatmak, dinlendirmek için çeşitli yayınlar sunarlar. Bunların içeriği televizyonda spor, eğlence, magazin programları olabileceği gibi radyolarda da şiir, yarışma vb. yayınlar olabilir. Kitle iletişim araçlarının bütünleştirme işlevi, toplumsallaştırma, eğitim, kültürel geliştirme işlevleriyle paralellik gösterir. Bu işlevi ile, birey ve grupların birbirlerini tanımalarına, farklı kültürler arasındaki çatışmaları hafifletmeye yardımcı olur KİTLESEL İLETİŞİM ARACI OLAN TELEVİZYONUN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Yapılan araştırmalar sonucunda en büyük etkilenmenin ve erozyonun çocuklar üzerinde olduğu ortaya çıkarılmıştır. Yeterli bilinç ve seçicilik düzeyine erişememiş çocuğun, başında saatler geçirdiği, televizyondan etkilenmemesi pek mümkün de gözükmemektedir. Sadece çocuklar değil, hepimiz bu değişimin içinde yer alıyoruz. Dinlediğimiz müzikten giydiğimiz kıyafete, okuduğumuz kitaptan gittiğimiz sinema filmine kadar her konuda belli bir yönlendirmenin farkında olmasak bile etkisindeyiz. Etkiler olumsuz olabileceği gibi olumlu da olabilecektir. İki görüşü de ele alacağız ama olumsuz etkileri üzerinde daha çok duracağız. OLUMLU ETKİLER “Genel olarak, kitle iletişim araçlarının işlevlerinin belirtilmesinden sonra, bunların en bilineni ve ilki olan “bilgi aktarma” işlevini baz alarak, televizyonu, birey ve toplum sorunlarının çözüm kaynağı olarak gören düşünürlerden biri Mc. Luhan’dır. Mc. Luhan’a göre, “mesaj aracın kendisidir”. Bir iletişim eyleminde belirleyici olan şey iletilmek istenen mesajın içeriği değil, bu mesajı iletmek için kullanılan mesajın kendisidir. İnsanların ilişki ve eylem ölçülerini biçimleyen ve belirleyen şey kullanılan araçlardır Özkök, 1985163. Yani, her iletişim tekniği ya da belli iletişim teknikleri grubu belli bir kültürü ortaya çıkarırlar. Bu düşünüre göre, toplumların evrensel gelişim sürecinde temel unsur iletişim teknikleri ve bunların farklılaşmasıdır. Bu şekilde yaptığı sınıflandırmasında, insanlığın geçirdiği ilk dönem olarak yazının bulunuşundan önceki uygarlıkları belirtmiştir kabile dönemi. Bu dönemde egemen iletişim biçimi sözlü anlatım ve işitsel algılamadır. Bu dönemde düşünce özgür bir biçimde yayılır ve insan bütün duygularını aynı anda ve uyumlu bir biçimde kullanır Özkök, 1985 164. Daha sonra, yazının bulunması ile gelişen ve gutenberg galaksisi dediği dönem gelmektedir. Mc. Luhan’a göre yazının bulunuşuyla insanoğlunun birinci dönemdeki sakin yaşamı da köklü bir değişmeye uğramıştır. Birinci dönemde egemen olan işitme duyusu yerini yavaş yavaş “göz”ün egemen olduğu bir iletişime bırakacaktır. İletişimde egemen olan duyunun değişmesi ile birlikte düşünce örgütlenmesi ve uygarlık da değişecektir Özkök, 1985 165. Yazının egemen olmaya başladığı bu tarihsel dönemde ortaya çıkan en önemli kavramlar olarak bireycilik, merkeziyetçilik ve milliyetçiliktir. Yazının egemen oluşu ile birlikte okumanın artması, bireyler arası iletişimi azaltmış ve bireyciliği getirmiştir. Ayrıca, yazının yayılmaya başlaması, ülkelerin yönetiminin merkezi nitelikte olmasına yol açarak, totaliter yönetimlerin ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Tüm bu gelişmeler, aynı zamanda milliyetçiliği de beraberinde getirmiştir. Yazı, nasıl ki bireyler arasındaki iletişimi azaltıyorsa, milliyetçilik de toplumlar arası iletişimi azaltan bir unsurdur. Görüldüğü gibi, tüm bu gelişmeler Mc. Luhan tarafından iletişimin kopukluğu bağlamında bir sorun olarak görülmektedir. Bu sorunun çözüm kaynağı olarak, bilgi bakımından yoksul ancak katılma sağlama açısından güçlü bir araç olan televizyon gündeme gelmektedir. Televizyon ile birlikte görme duyusunun egemenliği ve basılı yazının oluşturduğu uygarlık artık aşılmaktadır. Bu araç sayesinde, insanlar artık “evrensel bir köy”de yaşamaktadırlar. Dış dünyayı algılamada, Gutenberg Galaksisi’nin buyrukçu özellikleri silinmekte, daha önceki doğallığa kabile dönemine dönüş başlamaktadır. Gerek Mc. Luhan, gerekse liberal gelenek içerisindeki diğer düşünürler tarafından, televizyona böyle bir anlam yüklenilmesinin arkasında yatan en önemli sebep, aydınlanma çağının bilim ve akla yüklediği anlamdır. “Bilgi, güçtür anlayışı”, bu güce sahip olunması ile gerek bireysel gerek toplumsal sorunların çözülebileceğine olan inancı da beraberinde getirmiştir. Mc. Luhan’ın sözünü ettiği dönemlerden sonuncusu olan elektronik dönemin aracı televizyonun, hem işitsel hem görsel olarak alıcısına ulaşması ve bu sayede, çok farklı kültürler hakkında bilgilerin edinilmesini sağlaması, sorunların çözüm kaynağı olarak niçin bu aracın düşünüldüğünün göstergesidir. Kısaca belirtilirse, televizyon, insanlığı “küresel bir köy”e götürmektedir. Televizyon sayesinde dünya küçülecek, kültürler birbirine benzeyecek ve bu durum toplumlardaki sorunların çözülmesine sebep olacaktır” OLUMSUZ ETKİLER “Baudrillard, Mills gibi düşünürler ile Frankfurt Okulu temsilcilerinin kitle iletişim araçlarına yaklaşımları eleştirel gelenek içerisinde değerlendirilir. Genel olarak belirtilirse, bu düşünürlere göre kitle iletişim araçları ve özellikle de televizyon, insan yaşamında bir sorundur. Kitle iletişim araçları, bireyler arası ilişki ve etkileşimi son derece azaltmış ve zayıflatmıştır. Özellikle televizyon, bireylerin boş zamanlarında birbirleriyle iletişim kurmalarına ve fikir alış verişinde bulunmalarına olanak bırakmaz. Ayrıca, kitle iletişim araçlarının iyi bir eğitim aracı olmadığı, bireye özel sorunları karşısında umutlu ve umutsuz olduğu alanlarda yol gösterici olmak yerine, aldatıcı, kandırıcı, oyalayıcı bir mekanizma durumuna geldiği vurgulanır. Bireyin kendi sorunlarına ilişkin çözümler bulmasını engeller. Böylece kitle iletişim araçları bireye hiçbir zaman elde edemeyeceği ölçüde ayrıntılı bilgi ve haber verir. Fakat, bu ayrıntılı haber ve bilgiler verilirken , bunlar arasında gerçek bir bağlantının bulunup bulunmadığı hakkında açıklamalar getirmez. Bireylerin bunalım ve gerilimleri karşısında rasyonel bir bakış açısı da sunmaz. Aksine, bu gibi sunumlarda bireye ya şiddet ya da hiçbir şeyi ciddiye almaması telkin edilir veya önerilir Mills’den alıntı, Baran 1997 99-100. Televizyon, Mc. Luhan’ın belirttiği gibi dünyayı küçültecek ve global bir köye götürecektir. Ancak, bu durum Baudrillard, Mills gibi düşünürler ile Frankfurt Okulu temsilcilerine göre bir sorun olarak görülmektedir. Çünkü, böylelikle tek tek yerel kültürler yok olacak ve güçlü olan kültürün merkezde olduğu bir dünya düzeni oluşacaktır. Günümüzün bir değerlendirilmesi yapıldığında da bu tespit geçerli görünmektedir. Nitekim, ABD kültürünün egemen olduğu, merkezde bulunduğu bir dünya düzeni söz konusudur. ABD’nin, bu egemenliği kitle iletişim araçları ile daha da pekiştirme çabası içinde olduğu görülmektedir. Kendi hayat tarzlarını, insan ilişkilerini vb. birçok durumu yansıttıkları, dünya sinemasının önde gelen filmleri buna bir örnek olarak gösterilebilir. Söz konusu kültürel egemenliğin dışında, ABD’nin gerek siyasi gerek ekonomi alanında da egemenlik aracı olarak kitle iletişim araçlarından, özellikle de televizyondan yararlandığı açıkça görülmektedir.“ “Kitle iletişim araçlarının ve özellikle de televizyonun ülkemizde de son derece etkili olduğunun önemli göstergelerinden biri, televizyon dizileridir. İzleyiciler, televizyon dizilerinden öylesine etkilenmektedirler ki, yaşadıkları “gerçek dünya”dan daha çok, dizilerdeki “yapay dünya”da olup bitenlerle ilgilenmektedirler. Bunun sonucu olarak da, güncel sorunlar unutulmakta, kişilerin kendi sorunlarından daha çok, gerçek olmayan bir dünyanın ve o dünyadaki kişilerin sorunları önem kazanmaktadır.” “Kitle iletişim araçlarının bireylerin sosyalizasyonu ve eğitimi ile kültür ürünlerini üretimi ve yaygınlaştırılması konusunda her zaman olumlu işlevler yerine getirdiğini söylemek de mümkün değildir. McQuail’in de vurguladığı gibi Barrett & Braham, 1995 96, bazı durumlarda medya, farkında olarak ya da olmadan bireylerin sosyalleşmesini engelleyici doğrultuda bir etki de yapabilmektedir. Hatta bir çok araştırmacı medyanın toplumun kültürünü yozlaştırıcı, bireylerin kişiliklerini bozucu etkilerini sıklıkla vurgulamaktadırlar. Konu bu boyuttan ele alındığında medya, kültürü geliştirmek-yaşatmak, bireylerin sağlıklı kişilik geliştirmelerine katkıda bulunmak şöyle dursun; tam tersine ulusal kültürü yıpratıp zayıflatıcı, bireylerin kişiliklerini ve ruh sağlıklarını bozucu nitelikte bir etki de yapabilmektedir. Okulda eğitimcilerin, aile de ebeveynlerin ve öteki toplumsal kontrol sosyalizasyon ajanlarının öğrettikleri-aşıladıklarının tam tersini ön plana çıkartarak, özellikle çocukları ve gençleri çelişkiler içine sürükleyebilmektedir. Bu durum ise, toplumun mevcut değer ve normlarından sapma olarak tanımladığımız sapkın davranışları, körükleyip arttırıcı bir etki yapabilmektedir. Bütün bu olup-bitenler de, bireyler arası ilişkileri düzenleyen toplumsal değerleri, normları, davranış kalıplarını yıpratarak, hatta yok ederek toplumun ve kültürün geleceğini tehdit edici bir boyuta ulaşabilmektedir. Ayrıca, medyanın bireylere “örnek rol modelleri” sunduğunu da bilmeyen yoktur. Özellikle belli yaş dönemlerindeki bireylerin, özdeşim kurarak kendilerini geliştirmek arayışı içinde oldukları da herkesçe bilinen bir gerçektir. Hatta bireylerin bu özdeşim kurma eğilimlerinin yalnızca çocuklarla ve gençlerle sınırlı kalmadığını da sosyologlar, psikologlar ve eğitim bilimciler tarafından gerçekleştirilen araştırmalar ortaya koymaktadır. Dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunda, ortalama bir insanın, günde asgari birkaç saatini televizyon karşısında harcadığı da sanırım herkesçe aşikardır. Bütün bu gerçekler hatırda tutulduğuna, amaca uygun olarak kullanılmayan, ya da medya etiğinden sapmış bir şekilde işlev yapan iletişim araçlarının ve özellikle de televizyonun ne kadar güçlü bir silah olabileceği bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilir. Hem de öylesine bir silah ki, en gelişmiş teknolojiler kullanılarak imal edilmiş, silah sanayiinin en güçlü ürünleri bile yanında bir hiç kalır. Klasik silahlarla, tüfekle-tabancayla ancak bir kaç kişi, bilemediniz bir kaç on kişi yaralanır ya da ölebilir. Nükleer-biyolojik silahlarla binler, on binler, ya da belli bir bölgede yaşayan insanlar zarar görür. Fakat, ehil olmayan ellerde, insani ve toplumsal amaçlar dışında kullanılan medya, öylesi bir silaha dönüşür ki, bir anda milyonları imha edebilecek konuma ulaşır. Hem de hedefi tam on ikiden vurarak. Yani bireylerin alnının tam ortasını-beynini ve göğsünün sol alt yanını-kalbini hedef alarak” “…sorunun özünde, yetişmiş insan gücü yokluğu değil, kitle iletişim araçlarının kontrolünü ya da mülkiyetini elinde bulunduranların, yayıncılığı ve özellikle de televizyon yayıncılığını algılayış tarzları ve bu konuya yaklaşım biçimleri yatmaktadır Bu durumu kısaca, “az emek, az zahmet ve az masrafla yüksek reyting, kolay ve çok kazanç anlayışı” şeklinde de tanımlanabilir.” Bu görüşlere katılmamak mümkün değil. Maalesef iktidara gelenlerin ilk yaptığı işlerden biri; televizyonlara müdahale etmek ve muhalefet yapan yanını kırpmak ve yok etmektir. Bunu çeşitli yollarla yaparlar. Ya kendi televizyon kanallarını kurarlar ya da var olan kanallara uyguladıkları ceza ve yaptırımlarla içeriklerindeki muhalefeti ortadan kaldırmaya çalışırlar. Ve zamanla televizyonlar iktidar ile kol kola hayatlarını devam ettirirler. Televizyonun etkilediği kitlenin büyüklüğüne baktığımızdaysa karşımıza çok büyük ve iştah kabartıcı rakamlar çıkar. Yerel televizyon kanalları, ulusal yayın yapan televizyon kanalları ve yayınları her kıtaya ulaşan uluslar arası televizyon kanalları. CNN, BBC gibi uluslar arası televizyon kanalları neredeyse dünyanın her noktasından izlenebilmektedir. Ve kendi iktidarlarının ideolojilerini, politikalarını, dillerini, yaşam biçimini zehirli bir iğne gibi tüm toplumlara enjekte etmektedirler. Ve çoğu zaman bunu başarmaktadırlar. “…sermaye sahiplerinin eline geçen televizyonlar bir an önce halkin begenisini kazanabilmek ve ilgisini çekebilmek için popülist yayinlar yapmaya basliyordu…” Diziler ise ayrı bir inceleme konusu olabilecek kadar önemli bir konudur. Maddi imkanlardan yoksun olan televizyon kanalları bir dönem brezilya dizileriyle, pembe dizilerle doldurmuştu ekranları. Son zamanlarda ise sponsor destekleriyle ve gelişen ekonomik güçleriyle kendi prodüksiyonlarını ekranlara getirmeye başladılar. Reyting rekorları kıran diziler, hem oyuncuları için hem de yayınlayan kanallar için çok iyi bir gelir kapısı haline geldi. Ama sorun şu oldu amaçlar ve hedefler hep reytingin yüksek olması olduğu için kimi zaman gerçekleri değiştirip daha izlenilebilir bir biçime soktular kimi zaman olmazı olur yaptılar ve kimi zaman da hep aynı konular üzerine gittiler ve insanların duygularıyla ve beklentileriyle oynadılar. Çoğumuz kendi sorunlarımızı ve ideallerimizi unutmuş bir biçimde dizideki kahramanlarımız için üzülüyor, onun için seviniyor, ona destek oluyor ve hatta dizideki kahramanımız öldüğünde yas tutup temsili cenaze töreni bile yapabiliyoruz. Randevularımızı dizi saatlerine göre ayarlıyor, hafta sonu planlarımızı televizyon yayın akışına göre düzenliyoruz. İşte medyanın gücü! Bazı uzmanların Kitlesel İletişim Araçlarından 4. güç Yasama, Yürütme, Yargı, KİA diye bahsetmelerini daha iyi anlayabiliyoruz artık. Medyanın Çocuklar Üzerindeki Etkileri Televizyon kanalları üzerindeki denetimlerin zayıf olduğu ülkelerde en çok zarar görenler gelişim çağındaki çocuklarıdır. Eğitim düzeyi düşük olan aileler, televizyonun bu olumsuz etkisini görememekte ve çocuğun saatler harcadığı televizyon konusuna dikkatle eğilmemektedirler. Dinlenerek, ders çalışarak ya da uyuyarak değerlendirmesi gereken zamanı maalesef televizyon başında tüketen çocukların sayısı çok yüksek. Bu da sonuç olarak derslerinde başarısız olan, az uyuyan, az dinlenen çocukların gelişimine indirilen bir darbe olmaktadır. Zamanla çocuğun en yakın arkadaşı ve oyuncağı haline gelen televizyonlar, çocuğun arkadaşlarıyla daha az zaman geçirmesine ve daha az oyun oynamasına yol açmaktadır. Bu da çocuğun ileriki yaşlarda yaşayacağı iletişimsel sorunların kaynağı olmaktadır. “Televizyon reklamları, özellikle çocukların tüketim eğilimlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Televizyon reklamlarının cazibesi, çocukların çikolata-şekerleme cinsi yiyeceklere karşı olan ilgisini ve bunları tüketme isteğini daha da arttırmaktadır. Baş döndürücü görüntü ve ses efektleri ile reklamları yapılan böylesi yiyeceklerin, çocukların sağlıklı ve dengeli beslenmeleri bakımından pek fazla değerli olduğu söylenemez. Beslenme değeri çok az ya da hiç olmayan bu tür yiyeceklerin aşırı ölçüde tüketilmesi, çocukların dengesiz beslenmesine ve onlarda iştahsızlığa neden olmaktadır. Bu durum ise, sağlıklı bir fizyolojik gelişim için hayati önem taşıyan ve çocukluk çağında bol miktarlarda alınması gereken, besin değeri çok yüksek sebze-meyve gibi yiyeceklerin yeterince tüketimini engellemektedir. Öte yandan çocuğun, saatler boyunca ekran karşısında hareketsiz kalması da, yine çocukların fizyolojik gelişimlerinin sağlıklı bir doğrultuda gerçekleşmesini engellemektedir. Bu aşırı hareketsizliğe ve yetersiz spor etkinliklerine, dengeli ve sağlıklı olmayan beslenme alışkanlıkları da eklenince bir takım fiziki gelişme bozuklukları; kas, sinir ve iskelet sistemlerinde, söz konusu nedenlere dayalı bir takım işlev ve gelişim bozuklukları sıklıkla ortaya çıkabilmektedir. Özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde ve bazı batı Avrupa ülkelerinde, diğer bazı etkenlerin yanı sıra yukarıdaki nedenlerle yakından ilişkili olarak ortaya çıkan ve “obesity” olarak adlandırılan “aşırı şişmanlık” rahatsızlığı, çocuklara yönelik olarak toplumun genelini tehdit eden bir sosyal hastalık boyutlarına ulaşmıştır. Bu durum, sosyal-ekonomik ve siyasi açıdan gelişmiş ülkeler arasına katılma mücadelesi veren ülkemizde henüz, yukarıda sözü edilen ülkelerdeki gibi toplumun genelini tehdit eder bir boyuta ulaşmamıştır. Bununla birlikte çok uzak olmayan bir gelecekte obesitenin, ülkemizde de sosyal bir hastalık konumuna ulaşma riski bulunduğunu vurgulamak gerekir.” “Çocuğun arkadaş ve oyun gruplarında yeterince bulunamayışı, ancak bu ortamlarda öğrenilebilen paylaşma, dostluk, yakın ilişkilere girme, güven duyma gibi çocukların sağlıklı bir kişilik geliştirebilmesi için hayati önem taşıyan duyguların, onlar tarafından yeterince tanınıp, gerektiğince tadılmasını engellemektedir. Ayrıca televizyon çocukların saldırganlık eğilimlerini ve saldırganca davranışlar sergileme sıklıklarını da arttırmaktadır. Ekranlarda çok sıklıkla sergilenen ve çoğunlukla da gerçeklerden kopuk kavga, şiddet, kan, göz yaşı sahneleri çocuklarda saldırgan ve geçimsiz bir kişiliğin gelişmesine yol açmaktadır. Normal boyutları ile sergilendiğinde bile çocukların ruh sağlığı ve psikolojik gelişimlerinde çok önemli sıkıntılara yol açabilecek nitelik taşıyan böylesi sahneler; bir de ütopist ve gerçekçi olmayan yorumlarla sergilendiğinde, bunların çocuğun sosyal-psikolojik kimliğinde yaptığı tahrifat ve açtığı yaralar katlanarak artmaktadır. Böylesi yaralayıcı etkilere maruz kalmış çocukların arkadaş çevresi ile, ailesiyle ve sosyal çevresindeki öteki bireylerle sağlıklı ve istendik doğrultuda ilişkiler kurup geliştirmesini çok zor olacaktır. Bütün bunların da ötesinde, belki de televizyonun çocukların sosyal ve psikolojik gelişimlerinde neden olabileceği en büyük olumsuzluk, bu aygıtın, özdeşim kurma eğiliminde olan çocuklara sunduğu rasyonel ve gerçekçi olmayan özdeksel modellerle ilgilidir. Çocukluk dönemleri, küçük insan bireylerinin, özdeşim kurabilecekleri bir örnek model arayışı içinde oldukları dönemlerdir. Bu özdeşim kurma eğilimi, çocukların kişilik gelişimleri açısından hayati bir öneme sahiptir. Fakat bu değerlendirme, çocuklardaki söz konusu eğilimlerin, amaca uygun ve doğru kanallara yönlendirildiği ölçüde geçerlidir. Aksi takdirde bilinçsizce ve rast gele seçilmiş yanlış modeller, çocukların kişilik gelişimlerinin sağlıklı olmayan temeller üzerinde şekillenmesine yol açabilmektedir. Çocukluk dönemlerinde temelleri atılıp, şekillenmeye başlayan bu kişilik özelliklerinin, çocukların yetişkinlik dönemlerinde ve hatta onların tüm yaşamları boyunca da etkisini sürdüreceği gerçeği dikkate alındığında, konunun önemi daha bir netlik kazanır. Çocukların televizyon karşısında harcadıkları zamanın büyüklüğü ve televizyonun çocuklar üzerindeki kalıcı etkileri de göz önünde bulundurulduğunda; teknoloji harikası bu aracın, çocukların kişilik gelişimleri açısından yeri, önemi ve yapabileceği olası etkilerin boyutları daha da anlaşılır hale gelecektir. Sosyal bilimciler tarafından gerçekleştirilen bir çok araştırma, çocuklara özdeşim kurabilecekleri örnek modeller sunma bakımından televizyonun son derece etkili bir araç olduğu gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Sunulan bu örnek modeller olumlu bir nitelik taşıyıp, çocukların sosyal-psikolojik gelişimlerinin sağlıklı zeminler üzerinde gerçekleşmesine yardımcı olabileceği gibi, bu etki tam tersi bir doğrultuda da olabilmektedir Yani televizyonun sunduğu olumsuz tiplemeler de, böylesi eğilimlerin en yoğun olduğu dönemi yaşayan çocukların, özdeşim kurmak için seçtiği örnek modeller arasında yer alabilmektedir. Hatta bir çok araştırmacı, bu etkinin olumsuz boyutlarının daha ağır bastığını da özellikle vurgulamaktadır.” SONUÇ Günümüz dünyasında Kitlesel İletişim Araçlarının, insanlar ve toplumlar üzerinde tek tipleştirici bir etkisinin olduğu ortadadır. Popüler olan, reyting kazandıran, para kandıran yayınlardan başka alternatiflerin sunulmaması, izleyiciye seçim hakkı tanınmaması, saatlerce yayınlanan reklamların tüketimi pompalaması sonucunda aşırı bir yozlaşma ortaya çıkmıştır. Denetleme yapan kurumların da işi savsaklaması nedeniyle bu olumsuz etkinin önüne geçilememekte ve bunun sonucunda; insanlar, toplumlar ve kültürler büyük bir hızla değişime uğratılmakta, beğenileriyle oynanmakta ve birer tüketim aracı haline getirilmektedir. Kimi zaman medyaya yükleniyoruz “neden daha eğitici-geliştirici türden programlar yayınlamıyorsunuz” diye. Ama onların cevabı da bir gerçeği yansıtıyor “halk bunu istiyor!”. Bir televizyon büyüğümüzün! söylediği gibi “Eğitim Şart!” mıdır acaba? “Medyaya çok fazla yüklenmemek gerekiyor. Elbette şiddetin gelişmesinde payı var ama medya kuruluşları da sonuçta ticari kuruluşlar. İnsanları kültürlendirmek ya da bilgilendirmek gibi bir dertleri yok temelde.” “Kitle iletişim araçlarının en etkilisi televizyonun daha işlevsel bir hale getirilmesi, daha nitelikli yayınların yapılması ile insanların entelektüel bilgi birikimlerinin artırılması amaçlanmalıdır. Böylelikle de, olayları analiz edebilen, sorgulayıcı düşünme gücüne sahip bireylerden oluşan bir toplumun oluşması mümkün olabilir. Kendisine sunulan her şeyi gerçeklik olarak algılayan, kitle iletişim araçlarından yapılan niteliksiz yayınlar ile köreltilen, dünyaya kendi gözleri ile bakamayan bireyler haline gelinmemesi için bu konularda duyarlı olunması, yapılan yayınların eleştirilmesi ve bu konuda bir kamuoyu oluşturulması gerekli gözükmektedir.” Netten alıntı Medya, asıl olarak yabancı kökenli olan “media” kelimesinden dilimize geçmiş bir “kitle iletişim araçları” olarak da tanımlanan medya, her çeşit bilgiyi bireye ve topluluklara aktaran, eğlendirme, bilgilendirme ve eğitme gibi üç temel işleve sahip her türden sözlü, yazılı, basılı, görsel metin ve imgeleri içeren, çok geniş iletişim araçlarını kapsayan bir kavramdır. Bu kavramın içine gazeteler, dergiler, kitaplar, broşürler gibi yazılı; televizyon, sinema gibi görsel – işitsel ve radyo gibi işitsel kitle iletişim araçları girmektedir. Günümüzde bu kavrama İnternet, billboard benzeri yeni iletişim araçları da eklenmiştir. Medyanın insan hayatındaki yeri büyüktür. Çünkü medya tüm insan davranışlarını kapsayan bir araçtır. Bilgiyi yayar, eğitir, eğlendirir ya da bilgiye yönelik davranışlar sunar. İnsanlar ise bu sayede, görerek, duyarak, okuyarak edindikleri bilgileri çevresindekilere de yansıtırlar ve o medya aracına olan güvenleri doğrultusunda tutum ve davranışlarını toplumsal gücü konusunda, birbirleriyle taban tabana zıt iki temel görüş vardır1. Medya “edilgen bir iletici”dir İletilerin yayılmasında pasif bir Medya iletişim olayında “etkin bir katılımcı” dır Mesajların şekillendirilmesinde aktif roller görüşün takipçilerine göre medya, gerçekleri olduğu hâliyle yansıtan bir ayna gibidir. Objektiflik ve yansızlık, medyanın profesyonellik ideolojisinin temel ilkelerini oluşturur. Bu düşünürlere göre medya, mevcut durumu nesnel ve tarafsız bir şekilde ortaya koyar. Bunu da büyük ölçüde, her türlü ön yargıdan ve baskıdan uzak şekilde Ülkelerinde İnternet Kullanımı 2011-milyonÖte yandan, Marksist yaklaşım ise medya konusunu çok daha farklı bir perspektiften ele alır. Çoğulcu plüralist düşünürlerin görüşlerinin karşıtı bir yaklaşımla medyanın nesnel gerçekliği çarpıtıp tahrif ettiğini belirtir. Marksist geleneğin takipçisi düşünürlere göre medyanın, ön yargıdan ve baskıdan kurtulması olanaksızdır. Çünkü toplumdaki birtakım güç odakları ki biz bu güç odaklarını “elitler” olarak adlandırmıştık, birçok toplumsal konuda olduğu gibi medya üzerinde de etkin bir güce sahiptir. Medya ve onun ürünleri de genellikle, toplumun ve bireylerin kaderlerini belirleyici konumda ve makro düzeyde karar verici durumda bulunan, bu hâkim ekonomik ve siyasi gruplar tarafından şekillendirilir.

medyanın toplum üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir