- ey melek, sen sakin ol. Benim rahmetim namaz kılanların üzerine vacib oldu. şahit olun, ben onlara rahmetle nazar edip af ve mağfiret ettim. Onları cehennemden azad eyledim. Habibimin yüzü suyu hürmetine meva cennetini onlara nasib eyledim. Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi? - Evet! Allah sana hayırlı müjdeyi versin yâ Rasûlullah, ver. - Allah Teâlâ senin babanı diriltti ve huzurunda oturttu. Onunla Allah arasında herhangi bir perde olmaksızın Allah Teâlâ kendisine şöyle buyurdu: 'Dilediğini benden iste ey kulum! Sana her istediğini vereyim. O da bu hitap Bu gerçeği Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz (c.c.) Sevgili Peygamberimizi (s.a.v.) överek şöyle buyurur: “Ey Rasûl, sen Allah’ın rahmet eseri olarak onlara yumuşak davrandın. Şayet katı kalpli ve kaba olsaydın, onlar etrafından dağılıp giderlerdi.” [Al-i İmran, 159] İbni Abbâs (rha)’dan: Demiştir ki, Resûlullah (sav) Hazretleri şöyle buyurdu: Şüphesiz Allahû Teâla ümmetimden hatayı, nisyânı, ikrâh olundukları şeyler (den hâsıl olacak günahlar)ı bana bağışladı. (Bu hadis-i şerif, bir Hadis-i Hasen olup, İbn-i Mâce ile Beyhaki ve mâadâları rivâyet etmişlerdir.) 40. Seniste ben vereyim neden uğraşıyorsun bu kadar https://t.co/kTHRY9HH2E. 04 Nov 2021 3RVl. KÜNYE HAKKIMIZDA HARİTA YASAL ARA İLETİŞİM ANASAYFA HADİSLER “İnfak Et ki Sana da İnfak Olunsun!” Hadisi “Ey âdemoğlu! Allah için infak et ki sana da infak olunsun!” hadisini nasıl anlamalıyız?Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğne göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurdu” demiştir “Ey âdemoğlu! Allah için infak et ki sana da infak olunsun!” Buhâri, Tefsîru sûre 11 2; Nefekât 1; Tevhid 35; Müslim, Zekât 36, 37. Ayrıca bk. İbni Mâce, Keffârât 15 Hadisi Nasıl Anlamalıyız? “İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir” Rahmân sûresi, 60 âyet-i kerîmesini hatırlatan bu kudsî hadis, Allah rızâsı için yapılacak hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını ifade etmektedir. Hadisin bazı rivayetlerinde Meselâ, bk. Buhârî, Tefsîru sûre 11, 2 “Ey ademoğlu!” hitabı yoktur ve ifade de “Enfik, Ünfik aleyke = Sen sadaka ver ki ben de sana vereyim” şeklindedir. Allah Teâlâ’nın sayısız nimet ve ikrâmları içinde yaşamaktayız. O’nun, “Ey kulum sen ver ki ben de sana vereyim” buyurması, iyilik yapacak kimselere bu iyiliklerinin kesinlikle karşılıksız kalmayacağını bildirmek, bizleri hayır yapmaya teşvik etmek içindir. Aslında iyilik ve hayır yapmak da bir nasip meselesidir. Kimi insanlar çok rahat iyilik yaparken kimileri de isteseler bile yapamazlar. İyiliğin karşılığı yine iyilik olduğuna göre, bazı kimseler iyilikle karşılanmaktan kendilerini mahrum bırakırlar. Yani iyilik yapmak yapabilmek de bir nimettir, onun da ayrıca şükrü gerekmektedir. Hadisten Öğrendiklerimiz İyilikler karşılıksız kalmaz. Allah yolunda infakta bulunana Allah Teâlâ infak ile karşılık verir. Cömert kimse mahrum kalmaz. Kaynak Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları İslam ve İhsan PAYLAŞ İslam ve İhsan İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh katında dîn İslâm’dır …” Âl-i İmrân, 19 buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan böyle bir dîn aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” Âl-i İmrân, 85 ... Peygamber Efendimiz Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret hac etmendir” buyurdular. “İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular. İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16 Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir. Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” Muvatta’, Kader, 3. Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir. Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307 Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” er-Rad, 28 Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir. İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal ilm-i hâl sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır. İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz. Erkam Medya © islam&ihsan 2013 - 2022 altında yayınlanan yazıların tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi yazıların tamamı izinsiz kullanılamaz. Şehid, Arapça “ş-h-d” kökünden gelen türetilen bir sıfattır. Bir yerde hazır bulunmak, bir olaya şahit olmak gibi anlamlara gelen bu fiilin şehid anlamı ise, çok iyi bilip şahitlik eden, çok iyi görüp hazır bulanan manalarına gelir. İslami terim olarak, “Allah yolunda öldürülen kimselere” şehit deniyor, ama neden? Bunun birkaç sebebi Rahmet melekleri şehidin, yıkanmasına ve ruhunun cennete gitmesine şahit oldukları için bu kişiye şehit Cennete gireceğine dair hem Yüce Allah hem de melekler kendisi hakkında şahitlik yapacağı için, bu kişiye şehit Kıyamet gününde Hz. Peygamberle sav birlikte, geçmiş ümmetler hakkında şahitlik etmesi isteneceği için bu kişiye şehit denir. - Şehit olarak düştüğü toprak da kendisi lehine şahitlik yapacağı için bu kişiye şehit Ölmeyip Allah’ın huzurunda bir şahit gibi diri ve yaşıyor olduğu için kendisine şehit Ölünceye kadar Allah’ın emrine göre doğruluk üzerinde olduğuna dair şahitlik edildiği için şehit Allah’ın, öldürülmesine karşılık kendisine hazırlamış olduğu ikramları görüp şahit olduğu için şehit VERİLEN MÜJDELERKur’an’da şehitler için “Allah yolunda canını feda edenler” ifadesi kullanılır. Bunlardan birisi Bakara Suresi’ndeki şu ayettir “Allah yolunda canlarını feda edenlere ölüler demeyin, aksine onlar diridirler, fakat siz onların ne şekilde diri olduklarını bilemezsiniz.” Ayrıca Âl-i İmran Suresi’nin 169. ayetinde “Allah katında canlarını seve seve feda edenlere ölüler demeyin. Onlar diridirler ve Rablerinin katında rızıklandırılmaktadırlar” buyrulur. Yine Âl-i İmran Suresi’nde şöyle buyrulur “Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz bilin ki Allah katından size bir mağfiret ve rahmet vardır ki bu, insanların dünyada topladıkları bütün mal ve mülkten daha hayırlıdır” buyurmaktadır. Demek ki Allah yolunda canlarını feda edenler bu dünya ve içindekilerden daha hayırlı olan bir şeylere taliptirler. Yüce Mevla bu şehitlerin ahirette hangi halde olacaklarını da bizlere bildirir “O şehitler, Allah’ın fazl-ı kereminden ve kendilerine verilenlerden dolayı mutludurlar. Kendilerinin geride bıraktığı silah arkadaşlarını şu şekilde müjdelerler; Bakın biz şehit olduk ve bilin ki burada ne bir korku var, ne de hüzün.”4 ÇEŞİT ŞEHİT VARDIRPeki Allah yolunda öldürülen ve şehit sayılanlar kimseler kimlerdir. Bunların cevabını da Hz. Peygamberimiz veriyor “Kim malını korurken öldürülürse şehittir. Kim dini uğruna öldürülürse şehittir. Kim canı uğruna, canını korurken öldürülürse şehittir. Kim ailesini korur iken öldürülürse şehittir.” Bir kısım hadislerde de şehitliğin tanımıyla ilgili tasnifler yapılır. Bunlardan birinde Hz. Peygamber sav dört çeşit şehitten bahsetmektedir Birincisi, sağlam imanı olan bir kişi düşmanla savaşırken öldürülünceye kadar Allah’a sadık kalırsa bu kimse kıyamet günü herkesin gıpta ile bakacağı gerçek bir şehit olur. İkincisi de yine sağlam bir imana sahip olup da düşmanla savaş esnasında, vücuduna diken batmış gibi korkudan titrerken bir okla vurulan kişidir ki bu da ikinci derecede bir şehittir. Üçüncüsü ise iyi ile kötü amelleri birbirine karıştırmış ama Allah’a sadık bir mümin, yine düşmanla savaşırken öldürülürse üçüncü derecede bir şehit olur. Dördüncü olarak da günahkâr bir mümin düşmanla karşılaşır, Allah’a sadık bir şekilde öldürülürse bu da dördüncü derecede bir şehit olur. DERECE FARKLILIKLARI OLURBaşka bir hadiste de Allah yolunda öldürülmenin yanında vebadan, iç hastalıklarından, suda boğularak ya da yıkıntı altında kalarak ölen beş kişinin şehit olduğu belirtilir. Aynı zamanda deniz tutulmasına yakalanan kişinin de şehit olduğu, denizde boğulana iki şehit sevabı verileceği haber verilir. Buna göre mümin ve Allah’a sadık olduğu halde ölen veya öldürülen kişi şehit olarak tanımlanmakla birlikte savaşta gösterdikleri metanet ve amellerine göre sevap bakımından aralarında derece farklılıkları GÜNAHLARI BAĞIŞLANIRPeki şehitlerin ahiretteki ayrıcalıkları nedir? Bir rivayetten bunu da öğreniyoruz1 Kanının ilk damlasıyla birlikte günahları Cennetteki yeri kendisine Kabir azabından En büyük korku olan cehennem azabından emin İman elbisesi ile süslenir ve hurilerle Akrabalarından 70 kişi için şefaat etmesi kabul ALLAH’A ADAYAN KİMSEDİRKur’an-ı Kerim’in ayetlerinden ve Hadis-i Şerif’lerden yola çıkarak “şehit”in ölüp yok olan, kaybolup giden değil, ölümsüzleşen kişi olduğunu görüyoruz. Şehit, Allah için ölümsüzleşmenin diğer adıdır. Bunun içindir ki şehit, diridir. Ölmez ve O’na ölü de denmez. En veciz ifadesini Hz. Ömer’in dilinden aktaralım “Şehit, kendisini Allah’a adayan kimsedir.”Şehitlerin halini bildiren ayetHazret-i Câbir -radıyallâhu anh- şöyle anlatır “Bir defasında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile karşılaşmıştım. Bana, Seni niye böyle üzgün görüyorum?’ buyurdu. Babam Uhud’da şehîd oldu. Geride, bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı’ dedim. Bunun üzerine Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?’ buyurdu. Ben de; Evet!’ deyince sözlerine şöyle devam etti Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz konuştu Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim!’ buyurdu. Baban Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehit olayım!’ dedi. Allah Teâlâ Hazretleri Ama Ben daha önce; ölenlerin artık dünyaya geri dönmeyeceklerine hükmettim.” buyurdu. Baban da Ey Rabbim, öyleyse benim hâlimi arkamda kalanlara bildir!’ dedi. Bu talep üzerine Al-i İmran suresinin şu âyet-i kerimeleri nâzil oldu “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lûtuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrur bir hâlde Rabbleri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler.” İbn-i Mâce GÜNDEM Şehit de oldu Bugüne nasipmiş GÜNDEM 15 Temmuz şehitleri dualarla anıldı Ashâb-ı kirâm, îman nîmetinin bedelini ödemek için büyük cefâlara katlandılar. Mekkeʼde yıllarca zulüm, işkence ve ambargolara mâruz kaldılar. Evlerini, servetlerini, yurtlarını bırakıp sırf kalplerindeki îmânı muhâfaza için Medîneʼye hicret ettiklerinde ise, bir taraftan müşrikler, bir taraftan münâfıklar, bir taraftan da Yahudilerin, yani üç kıskacın arasında bir tevhid ve var oluş mücâdelesi UĞRUNA İŞKENCELERE MÂRUZ KALAN SAHÂBÎ Îmânı uğruna en ağır işkencelere mâruz kalmış sahâbîlerden biri olan Habbâb bin Eret -radıyallâhu anh- şöyle anlatır “Bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kâbe’nin gölgesinde iken yanına varıp kendisine müşriklerden gördüğümüz işkenceleri şikâyet tarzında anlattık. Ardından da bu işkencelerden kurtulmamız için Allah’tan yardım dilemesini taleb ettik. O da bize şöyle buyurdu Sizden evvelki nesiller arasında, yakalanıp bir çukura konan, sonra testere ile baştan aşağı ikiye bölünen ve demir taraklarla etleri tırmıklanan, fakat yine de dîninden dönmeyen mü’minler olmuştur. Allâh’a andolsun ki O, bu dîni tamamlayacak, hâkim kılacaktır… Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz!..»” Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1 EN KÂRLI ALIŞVERİŞ Ashâb-ı kirâmdan Abdullah bin Revâha -radıyallâhu anh- Akabe Beyʼatiʼnde bulunan Medînelilerden biriydi. Medîneliler Akabeʼde yalnız Allâhʼa ibadet edip şirk koşmamak ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi kendi canlarını korudukları gibi korumak üzere beyʼat ettikten sonra sordular “–Böyle yaparsak karşılığında bize ne var?” Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cevâben “–Cennet var!” buyurunca, oradakiler “–Ne kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” dediler. İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 406 İşte Abdullah bin Revâha -radıyallâhu anh-, Mûte Harbiʼnde bu kârlı Cennet alışverişini tamamladı. Allah Rasûlüʼnden şehîd olacağı müjdesini alarak, savaşta can vereceğini bile bile, yüzünü dahî kırıştırmadan, bilâkis büyük bir huzur ve tevekkül ile muhârebeye katıldı. Kendisine dünyayı tatlı, ölümü acı göstermek isteyen nefsinin vesveselerine kulak tıkayıp servetini beytü’l-mâle, canını da Allâh’a takdîm ederek Cennet-i Âlâ’ya uçtu. ESAS HAYAT, ÂHİRET HAYATI Muhtelif sahâbîler de; “ulaşabildiğimiz son mekân kabrimiz olsun” heyecanıyla dünyanın dört bir tarafına sefer ettiler. O diyarlarda hâlleriyle ve kālleriyle tebliğde bulunarak gönüllere tevhîdin mührünü vurdular. Böylece Allah ve Rasûlü ile yaptıkları bey’atlerine sâdık kaldılar. Medîneli müslümanların yapmış oldukları bu bey’at ile alâkalı olarak -daha evvel de zikrettiğimiz- şu âyet-i kerîme nâzil oldu “Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını, onlara verilecek Cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, büyük kurtuluştur.” et-Tevbe, 111 Sahâbe-i kirâm, hep bu âyet-i kerîmenin muhtevâsıyla îmanlarını test ediyorlardı. Zira onlar, hâdiseleri dâimâ îman vecdi ile âhiret penceresinden seyrediyorlardı. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimizʼin buyurduğu; “Esas hayat, âhiret hayatıdır.” Buhârî, Rikāk, 1 hakîkatini, lâyıkıyla idrâk etmişlerdi. Bu sebeple dünyevî sıkıntılar, gelip geçen çile ve ıztıraplar, onların gözünde ehemmiyetini kaybetmişti. Dünyada nasîb olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼle beraberlik saâdetini, âhirette de yaşayabilmek için, Allah yolundaki bütün çile ve zahmetleri âdeta nîmet ve rahmet bilmişlerdi. ŞEHÂDET İÇİN YARIŞAN SAHABE EFENDİLERİMİZ Yine sahâbeden Sad bin Hayseme -radıyallâhu anhumâ-, Akabe Bey’atleri’nde seçilen on iki temsilciden biri idi. Sad ile babası Hayseme, Bedir günü, kimin gazveye gideceği hususunda kur’a çektiler. Kur’a, Sad’a çıktı. Babası “‒Yavrucuğum, bugün fedakârlıkta bulun, beni kendine tercih et de senin yerine gazveye ben gideyim!” dedi. Sad -radıyallâhu anh- “‒Babacığım! Bunun sonunda Cennetʼten başka bir şey olsaydı, dediğini yapardım!” dedi. Ve nihâyet Sad -radıyallâhu anh- âdeta düğüne gider gibi Bedir’e gitti ve orada şehâdet şerbetini içti. Babası Hayseme -radıyallâhu anh- da Uhud günü şehidlik mertebesine kavuştu. İbn-i Hacer, el-İsâbe, III, 47, no 3156 ALLAH'IN YENİDEN DİRİLTTİĞİ Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anhumâ- da şöyle demiştir “Uhud Harbi’nden önceki gece, babam beni yanına çağırdı ve –Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sahâbîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den sonra, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borçlarım var, onları öde. Yetim kalacak kardeşlerine dâimâ iyi muâmelede bulun.» dedi.” Diğer bir rivâyete göre, bu îman heyecanını oğluyla da paylaşma arzusunu şöyle dile getirdi “–Câbir! Evde himâyeye muhtaç kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!..” Câbir -radıyallâhu anh- devamla der ki “–Sabahleyin babam ilk şehîd düşen kişi oldu. Bir başka şehîd ile onu bir kabre defnettim. Sonra onu müstakil bir kabre defnetmek istedim. Altı ay sonra onu mezarından çıkardım. Bir de ne göreyim Kulağının bir kısmı hâriç, bütün vücudu, kabre defnettiğim günkü gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettim.” Buhârî, Cenâiz, 78 Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh- bir başka rivâyette de şöyle anlatır “Bir defasında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile karşılaşmıştım. Bana –Seni niye böyle üzgün görüyorum?» buyurdu. –Babam Uhud’da şehîd oldu. Geride, bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı.» dedim. Bunun üzerine –Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?» buyurdu. Ben de; –Evet!» deyince sözlerine şöyle devam etti –Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur. Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz konuştu “–Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim!” buyurdu. Baban “–Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehîd olayım!” dedi. Allah Teâlâ Hazretleri “–Ama Ben daha önce; ölenlerin artık dünyaya geri dönmeyeceklerine hükmettim.” buyurdu.[1] Baban da “–Ey Rabbim, öyleyse benim hâlimi arkamda kalanlara bildir!” dedi. Bu talep üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lûtuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrur bir hâlde Rabʼleri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler.» Âl-i İmrân, 169-170” İbn-i Mâce, Mukaddime, 13/190 Kaynak Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2016 – Mart, Sayı 360, Sayfa 032 İslam ve İhsan Allah Teâlâ kısaca şunu soracak Ey kulum! Ben seninleydim, sana şah damarından daha yakındım; fakat sen kiminleydin?!.»” Peki bizim cevabomız ne olacak?Bir vâiz, kürsüde âhiret ahvâlini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı. Vâiz efendi, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette soracağı suallerden bahsederek; “–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mülkünü nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak! Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak! İbâdetlerin ne durumda, sorulacak! Harama-helâle dikkat ettin mi, sorulacak!..” Bunların ardından; “Şunlar şunlar da sorulacak!..” diye, hepsi de son derece mühim olan pek çok husus saydı. Fakat bu kadar tafsîlâtlı îzâha rağmen, meselenin özüne dikkat çekilmemesi üzerine, Şiblî Hazretleri yumuşak bir üslûpla vâize seslendi “–Ey vâiz efendi! Suallerin en mühimlerinden birini unuttun! Allah Teâlâ kısaca şunu soracak Ey kulum! Ben seninleydim, sana şahdamarından daha yakındım; fakat sen kiminleydin?!.»” Cenâb-ı Hak bize yakınlığını muhtelif âyetlerde beyan buyurmuştur “…Nerede olsanız, O sizinle beraberdir…” el-Hadîd, 4 “Biz ona şahdamarından daha yakınız.” Kāf, 16 Cenâb-ı Hak; âyet-i kerîmede, bize yakınlığını ve O’na bizim yaklaşmamızın yolunu şöyle bildirmektedir “Ey Habîbim! Kullarım Sana Ben’i sorduğunda Sen kullarıma söyle Ben çok yakınım. Bana duâ ettikleri vakit, duâ edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde kullarım da Ben’im davetime uysunlar Kitap ve Sünnet’in muhtevâsı içinde hayatlarını devam ettirsinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar.” el-Bakara, 186 Kaynak Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl 2019 Ay Haziran, Sayı 172 İslam ve İhsan 27 Eylül 2008 1533 Kapalı iste Eslem kabilesinden Rabia b. Kâ'b der ki "Ben Rasûlüllah bir gece beraber ol­dum. O'na abdest suyunu ve ihtiyacı olan şeyleri getiriyordum. Bana dedi ki 'İste.' Ben de "Cennette seninle arkadaş olmayı isterim," dedim. Rasûlüllah "Bununla birlikte başka isteğin var mı?' diye sordu. Ben de Sadece bu, dedim. Rasûlüllah 'O halde sen de çok secde ederek kendinle il­gili olarak bana yardımcı ol,' buyurdu." Hadisi Müslim namaz bölümünde, Ebu Davud, Nesaî Tatavvu bölümünde Ahmed b. Han-bel de Müsned'inde 4/59'da rivayet etmişlerdir****hedefin en fazlası olsun .azla yetinme .iste.

ey kulum sen iste ben vereyim